Güney Azerbaycan’da Cilovluk Katliamları – Dr. Hamid ŞAHANAGİ

 

Birinci Dünya Savaşı ve Güney Azerbaycan

1914 yılının Temmuz ayında, İtilaf Devletleri (Rusya, Fransa ve İngiltere) ile Mihver Devletleri (Avusturya, Almanya, İtalya, Japonya ve Osmanlı İmparatorluğu) arasında başlayan Birinci Dünya Savaşı, dünyayı derinden sarsmıştır. Jeopolitik konumu nedeniyle İran’ın bu büyük ve yıkıcı savaşa dahil olması kaçınılmazdı. Savaş, 1918 yılının Kasım ayında sona ermiş ve Avusturya-Macaristan, Almanya, Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası olmak üzere dört büyük imparatorluğun yıkılmasına neden olmuştur.

Savaş sırasında Almanya 1 milyon 700 bin, Fransa 1 milyon 300 bin, İngiltere 740 bin, İtalya 460 bin, Sırbistan 300 bin ve Belçika 44 bin insan kaybına uğramıştır. İran’ın savaş sırasındaki insan kaybı ve buna bağlı olarak yaşanan kıtlık nedeniyle 8 ila 10 milyon kişinin, yani İran nüfusunun yaklaşık %40’ının hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.

Birinci Dünya Savaşı, Ahmed Şah Kaçar’ın tahta çıkmasından yaklaşık sekiz gün sonra başlamıştır. Sadrazam Mirzahasan Mostofi el-Memalik, İran’ın savaşan devletlere karşı tarafsızlığını ilan etmiştir. Ancak savaşan devletler, İran’ın tarafsızlık ilanına saygı göstermemiş ve Osmanlı kuvvetleri, Azerbaycan’ı işgal eden Ruslara karşı İran’ın kuzeybatısına girmiştir. Aynı zamanda ülkenin güneyi de İngilizler tarafından işgal edilmiştir.

Güney Azerbaycan’daki durum ise daha karmaşıktı. Çünkü bu bölge, Rus ve Osmanlı askeri kuvvetlerinin karşılıklı çatışma ve kaçış alanı haline gelmiş, büyük ve küçük şehirler defalarca el değiştirmiştir. Urmiye şehri ve çevresinde, savaş öncesinde Müslümanlar arasında sorunsuz bir şekilde yaşayan çok sayıda Hristiyan mevcuttu. Savaşın başlaması ve İran’a, özellikle de Güney Azerbaycan’a ilerlemesi, bu bölgeye şiddet, yağma ve cinayetleri getirmiştir.

Osmanlı topraklarında, Sancak, Giyavar ve Van vilayeti (Van Gölü çevresi) bölgelerinde yaşayan bir grup Nasturi Hristiyan, dini farklılıklar nedeniyle Osmanlı hükümetiyle sürekli sorun yaşamaktaydı. Bu Nasturileri daha iyi anlamak, konunun bütünlüğünü kavrayabilmek açısından önemlidir.

Nasturiler kimdir?

Nasturiler, M.S. 380’de doğan ve M.S. 440’ta Libya’da ölen Konstantinopolis Piskoposu Nestorius’un takipçileriydi. İsa Mesih’in insan bir anneden doğduğuna ve iki kişiliğe ve iki tabiata sahip olduğuna inanıyorlardı: biri insan, diğeri ilahi. Bu görüşler, İsa’nın iki tabiatının birleşik olduğunu savunan diğer piskoposlar tarafından sapkınlık olarak kabul edildi. Bunun sonucunda Nestorius, Mısır ve Libya’ya sürgün edildi. Al-Araha’da teoloji eğitimi gören İranlılar, Nestorius’un fikirlerini benimsedi ve bu nedenle Mısır’dan kovuldular. Roma İmparatorluğu topraklarından İran’a kaçan bu kişiler, Sasani kralı Piruz’un (M.S. 459-484) desteğiyle İran’ın çeşitli bölgelerinde kiliseler kurdular ve böylece Nasturi dini İran’da yayıldı. Jundi Shapur Tıp Üniversitesi de bu Nasturi mülteciler tarafından kuruldu (Senn, 1990, s. 314 ve 445).

 Nasturiler ve Lord Curzon’un Gözlemleri

Nasıreddin Şah Kaçar döneminde İngiltere Dışişleri Bakanı olan ve Güney Azerbaycan dahil İran’ın çeşitli bölgelerini ziyaret eden Lord Curzon, Nasturilerin durumu, sayısı ve iskân şekli hakkında “İran ve İran Meselesi” adlı kitabında önemli bilgiler aktarmaktadır:

  1. yüzyılın sonlarında, Emir Timur’un fetihleri sırasında Nasturiler, dağınık gruplar halinde Mezopotamya dağlarına sığınmış, yoksulluk ve sefalet içinde yaşamış, tehlike arttığında Musul ovalarına doğru göç etmişlerdir. Nasturiler, hem Musul ovalarına hem de Urmiye bölgesine yönelmişlerdir. Bu dönemde, İran ve Osmanlı sınırında yaşayan doğulu Nasturi rahip kendini bağımsız ilan ederek İmamlık mezhebini kurmuştur. Marşimon ve halefleri bu unvanı benimsemiş ve bu unvan ailede süreklilik kazanmıştır. Sonraki yüzyılın başlarında bir grup Musul Nasturisi, Roma’ya ilgi göstermiş, Papa da bu eğilimi kabul ederek piskoposlarına “büyük/efendi” anlamına gelen Marisuf adını vermiş ve bu koltuğun merkezi Diyarbakır, manevi merkezi ise Babil olmuştur. 1778’de Musul’un tamamı veya Nasturilerin batı kolu bu piskoposu takip etmiştir. Dolayısıyla, o tarihte manevi teşkilat iki ayrı bölüme ayrılmıştır: Marşimon liderliğindeki Doğulu veya orijinal Nasturiler ve Roma’ya tabi Batılı veya Keldani Nasturiler (Curzon, 1990, s. 684-685).

Lord Curzon daha sonra Nasturilerin kendi dönemindeki durumuna değinerek şunları yazmış: Doğu Nasturi ruhani teşkilatında sekiz rahip var, bunlardan ikisi Margori Yel ve Marjunan İran kısmının ruhani teşkilatına mensuptur. Marşimon, meşhur Zab nehri yakınındaki Osmanlı topraklarında Bualmerk yakınlarındaki dağ kasabası Kushanis’te kalıyor. O, sözde takipçilerinin hükümetinin manevi idaresinden ve geçici işlerinden sorumludur ve her bölgenin komutanlarını veya valilerini atar. Dini liderler, birçok köyün ruhani liderleri olan Abunas unvanına sahip rahiplerdir. Mevcut Marşimon her zaman tek bir aileden seçilmektedir ve ailenin doğumundan beri et yemeyi reddeden ve evlenmekten kaçınan birkaç erkek üyesi adaylar okulunda başarılı olmaya hazırdır. İçlerinden biri seçildiğinde, diğerlerinin o ana kadar mahrum kaldıkları zevkleri yaşamalarına izin verilir. Piskopos adayı olarak aktif olan kişi, Marşimon’un kuzeni Mar Oraham adında genç bir adamdır. Son zamanlarda bu devletler Paşalık (hükümdarlık) haline getirilip Babaali’den (İstanbul’daki Osmanlı İmparatorluğu hükümeti) ayrı yönetildikleri için Marşimon’un gücü önemli ölçüde azaldı. Diğer kasabaların prensleri veya liderlerinin ona mutlak bir itaati yoktur ve dağlık eyalette otoritesi sıfıra ulaşmıştır. Marşimon, değersizliği ve ihmali nedeniyle ve hatta ahlaki açıdan kınanacak sebeplerden dolayı durumu tamamen bozulmuş ve mahvolmuştur, çünkü bir yandan Babaali’den karne yiyen, diğer yandan da İngiltere Kilise’siyle yazışma ve işbirliği içindedir. Ayrıca Ruslarla ilgilendiğini söylüyorlar. Adı Reuil ve imzası Roy Şimon. Nasturi kiliseleri genellikle basit ve gösterişsiz yapılardır. İbadet açısından da olduğunu söyledikleri ama aslında hayvanların girmesini engellemek için olan girişlerinde çoğu zaman duvarda yüksekliği üç ayağı geçmeyen bir delik bulunur ve zemin kattan giriş yaparlar. Cumartesi günlerine ve Hıristiyan bayramlarına sıkı sıkıya uyulması en ilginç özellikleri arasındadır. İran ve Osmanlı yaylalarında yaşayan Hıristiyan Nasturilerin nüfusu, yüz bin ile iki yüz bin arasında söylemektedir. Şu anda bunların çoğu Osmanlı vatandaşıdır. Son raporlara göre Azerbaycan’da Nasturilerin nüfusu 40.000’in üzerindedir. Aralarındaki ilk ruhani hizmetkarlardan biri olan Dr. Grant, kendilerinin de iddia ettikleri on Yahudi kabilesinin kalıntıları olduklarına inanıyordu ve onların ritüellerinde ve dualarında da bu teorinin kanıtları vardı. Dilleri Arapça, Kürtçe, Türkçe ve Farsça birçok kelimenin karıştığı bir tür eski Suriye lehçesidir. (Curzon, 1990, 685-687)

Osmanlı’nın Cihat Çağrısı

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı hükümeti İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı savaşmak üzere Çin, Afganistan, Afrika, İran ve diğer bölgelerdeki Müslümanlara cihat çağrısında bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nde yaşayan Hristiyanlar, özellikle de Nasturiler, Ruslara olan dini bağlılıkları nedeniyle Rusların yanında savaşa katılmışlardır. Osmanlı hükümeti, uzun yıllardır Ermeni Taşnaksütyun fraksiyonu tarafından yapılan eylemlere karşı önlemler almış ve onların yolsuzluklarını engellemeye çalışmıştır.

Nasturiler, Rusların kışkırtmasıyla Osmanlı askerleriyle çatışmaya girmiştir. Osmanlılar ise bu duruma askeri operasyonlarla karşılık vermiş ve Nasturilere saldırmışlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında İran’da bulunan üst düzey İngiliz askerlerinden General Sir Percy Sykes, İngiliz hükümetinin emriyle, o ülkenin etkisi altındaki bölgede İngiliz çıkarlarını korumak amacıyla Güney Polis Gücü’nü örgütlemiştir. Bu kuvvet, İsfahan’a kadar uzanmıştır. Sykes, Rus kuvvetleri ve onların Nasturi müttefikleri ile Anadolu’daki Osmanlı kuvvetleri arasındaki askeri çatışmalar hakkında bilgi sahibiydi.

1915 baharında Ruslar Urmiye’yi yeniden ele geçirerek Van’a doğru ilerlemiştir. Nasturiler, Ruslara katılarak şu temadaki savaş şarkılarını söylemişlerdir:

Dağlarda öfke ve öfkeyle savaşa doğru ilerliyoruz,

Gönlümüz Musul’un bereketli ovalarını görmeyi arzuluyor,

Güzel Ninova şehri oğullarını istiyor,

Biz güçlü Marşimon adına mücadeleye devam edeceğiz.

Müslümanlar, Musul’dan Nasturilere saldırmıştır. Asurlular kendilerini cesurca savunmuş ancak dağlara çekilmek zorunda kalmışlardır. Sonbaharda göç etmek ya da yok olmak arasında kalan Nasturiler, ilk seçeneği tercih ederek yirmi bin kişilik bir grup halinde göç etmişlerdir. Aileleri ve hayvanlarıyla birlikte Urmiye’ye ulaşarak Güney Azerbaycan’da kalmışlardır. Bazen Ruslara başka hizmetler sağlamışlardır. Urmiye Hristiyanları, Rus konsolosu tarafından askeri silahlarla donatılmıştır (Sykes, 1986, Cilt 2, s. 616-617).

Nasturilerin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Durumu ve İran’a Sığınmaları

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı yönetimine karşı isyan eden Nasturiler, ağır kayıplar vermiş ve geriye kalan halk canlarını kurtarmak amacıyla İran’a kaçmak zorunda kalmışlardır. İran’a göç eden Nasturiler arasında Cilov, Baz, Takhoma ve Tiare gibi çeşitli kabileler bulunmaktaydı. Her kabilenin geleneksel reisi Melik ve dini işleri yöneten Abuna adında bir rahip vardı. Yüksek yönetim ise “Marşimon” adı verilen Nasturi bir rahibin elindeydi. Nasturilerin yaşadıkları bölge, bugünkü Van ilinin yüksek dağlarıydı ve nüfusları o dönemde 30 ila 50 bin kişiye ulaşıyordu.

Marşimon Benjamin adlı, otuz yaşında genç bir adamdı. Başında türban, kilise cübbesi ve göğsünde haç taşırdı. Nasturilerden oluşan bir askeri güç kurarak Ruslardan askeri yardım almayı başarmış ve Osmanlılara karşı savaş girişiminde bulunmuştur. Ancak bu çabalar başarısız olmuş ve 1915 sonbaharında 30.000 kişiyle birlikte Urmiye civarında mevzilenen Ruslara doğru hareket etmiştir. Bu süreçte, Rusya’nın Urmiye Konsolosu olarak görev yapan Nikitin, bölgenin siyasi ve askeri işlerinden sorumlu olmuştur. Nasturiler kaçarken çoğu geçim kaynağını geride bırakmış ve aşırı yoksulluk içinde yaşamışlardır. Kış aylarında durumları daha da ağırlaşmış, Urmiye ve çevresine yerleştirilen Nasturilere Müslümanlar da yardım etmiştir. Nikitin, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi amacıyla Rus hükümetinden Nasturilere mali yardım istemek ve hastane açmak zorunda kalmıştır (Nikitin, 1950, 119-216).

Güney Azerbaycan’da bu Nasturilere “Calo” veya “Cilov” adı veriliyordu. Muhtemelen bu isim, Nasturi kabilelerinden biri olan “Celu”dan türetilmiştir. Erkeklerin çoğu silahlıydı ve Osmanlılar ile yapılan savaşlarda bazı klanlarını kaybettikleri için genel olarak Müslümanlara karşı nefret besliyorlardı. İran hükümeti, Nasturilerin hayatlarını iyileştirmek ve başlattıkları kötülük ve yağmaları durdurmak amacıyla bir bağış çağrısı yapmış ve halktan bağışlarını Urmiye, Hoy ve Selmas’a göndermelerini istemiştir. Bu bağışlar, Tahran’daki Tomanyan ofisine teslim edilmiştir (Kesrevi, 1973, 622). Rus konsolosu Nikitin, Osmanlı’dan göç eden Nasturileri “vahşi dağcılar” olarak tanımlamıştır (Nikitin, 1950, 209).

Nasturilerin ve Cilovların Gelişi Sırasında Urmiye’deki Durum

İranlı Hıristiyanlar uzun süredir Urmiye ve çevresindeki bazı şehirlerde yaşamaktaydı ve güçsüz olduklarından Müslüman komşularıyla sorunsuz bir şekilde yaşamakta idiler. Ancak Ruslar lehine dini önyargılar ve özellikle Nasturilerin saldırgan ve şiddet dolu ruhlarıyla ülkeye girişi, etnik ve dini hassasiyeti ve tedirginliği artırdı. Bu süreçte, birçok İranlı Hıristiyan da Nasturilerin fikir ve hedeflerini kabul ederek onlarla ittifak kurdu. Urmiye ve çevresindeki Hıristiyanların işleri, bu dönemde bölgeye giren Amerikalı, Fransız ve Rus din misyonerleri tarafından ele alınmakta ve yönlendirilmektedir. Hatta, Sentak adında bir rahip bile Urmiye’de Papa’nın temsilcisi olarak bulunmaktaydı.

Nikitin, bu misyoner ve rahipler hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:

“Rahiplerin görevlerine aykırı davrandıklarını, vicdan ve adalete karşı yapılan operasyonlarda konsolosun desteğini talep ettiklerini ve korumaları altındaki halktan askeri güç oluşturduklarını itiraf etmeliyim. Bu rahiplerin sürekli olarak Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında çok derin bir hendek kazmaya ve Hıristiyanlara ayrıcalıklar vermeye çalıştıklarını doğrularım… Bu rahipler, anlaşmazlıklarda her zaman Hıristiyanlardan yana olunması gerektiğine inanıyorlar” (Nikitin, 1950, 218-219).

O dönemde Urmiye’nin hükümdarı, Ruslara çok yakın olan ve onların emirlerini yerine getiren Etimad el-Devle adlı biriydi. Nikitin, Etimad el-Devle’yi şu şekilde tanımlamaktadır:

“Etimad el-Devle, Urmiye’deki hükümdarlığı sırasında Rus hükümetinden hak ettiği onuru aldı” (Nikitin, 1950, 226).

Durumu hem tanık olanlardan hem de gözlemlerini yazılı olarak aktaranlardan alan Kesrevi, Etimad el-Devle’nin çirkin bir portresini sunarak onu şu şekilde tanımlamaktadır:

“Katı, yaramazlık yapan, kana susamış ve Rusların emrini dinleyen biri” (Kesrevi, 1973, 607 ve 613).

Hıristiyanlar’ın Askeri Oluşumlarında İngiltere ve Rusya’nın Rolü

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya, dini ve siyasi nedenlerle Osmanlı ve İranlı Hıristiyanları desteklemeyi kendine hak görüyordu. Bu bağlamda, Ekim 1917’de Hıristiyanlardan oluşan bir heyet Rusya’nın Kafkasya’daki askeri merkezi olan Azerbaycan’a giderek üst düzey Rus askeri ve siyasi yetkililerinden Urmiye’de bir askeri güç oluşturulması için destek ve gerekli silahların sağlanmasını istedi. Heyetin dönüşünün ardından, Kafkas ordusunun komutanı General Lebedinsky, Nikitin’e bir telgrafla Urmiye’de bir Hıristiyan ordusu kurulmasına karar verildiğini bildirdi. Bu karara İngiltere ve Fransa gibi müttefiklerin askeri temsilcileri de katıldı. Fransız subaylar hemen askeri birlikler oluşturmaya başladı. Hemedan’da bulunan İngiliz Mali Komisyonu Başkanı Mark Murray, Urmiye’deki General Karpo’ya telgrafla bilgi verdi: “Hıristiyan askeri oluşumları başlar başlamaz askeri değerlerinin değerlendirilmesiyle gerekli fonlar gönderilecek.” Ayrıca, Hıristiyan ordusunu oluşturmak üzere 250 Rus subayının Urmiye’ye gönderilmesine karar verildi. Rusya ayrıca para ve silah gönderilmesine de yardımcı oldu.

Nikitin, bu varsayımlardan bahsederken şunları ekliyor:

“Hıristiyan ordusunun oluşumu birçok sorunla karşı karşıya kaldı. Öncelikle yeterli personel yoktu. Hiçbir düzenden haberi olmayan 6 bin engebeli dağ Nasturisini teşkil sahasına getirip yönetmek hiçbir zaman mümkün olmadı. Ancak sayıları az olan Ermenilerin nispeten değerli subayları vardı ve performansları Nasturilerden daha iyiydi. İkincisi, ayrılmak üzere olan Rus birliklerinden alınması gereken savaş malzemeleri ve mühimmat gerekliydi… Tiflis, Tahran’ı askeri oluşumlardan tamamen habersiz bırakmıştı. Marşimon’un Tebriz’de yaşayan Veliahte (Muhammed Hasan Mirza) bir mektup yazıp reformist açıklamalar yapmasına rağmen Azerbaycan hükümetinin Hıristiyan ordusunun oluşumundan endişe ve şüphe duyması şaşırtıcı değil. İran yöneticilerine göre bu tür askeri birliklerin kurulması yasal değildi, aksine Müslümanlara yönelik bir tehdit olarak görülüyordu” (Nikitin, 1950, 238-240).

Rusya, Fransa ve İngiltere’nin askeri desteğiyle, üyelerinin çoğu şiddetli ve karmaşık Cilovlardan (Nasturiler) oluşan Hıristiyan ordusu oluşturuldu. Kesrevi, söz konusu ordunun insan sayısı ve askeri gücü hakkında şunları yazıyor:

“Marşimon’la birlikte Osmanlı topraklarından gelen 12 bine yakın Cilovlar ailesi vardı. 20 bine yakın Ermeni ve Süryani aile Urmiye, Selmas, Sulduz ve onlara katılan çevredekilerden oluşuyordu. Beş-altı bin Ermeni, Erivan, Van ve Nahçıvan’dan kaçarak onlara katılmıştı. Herkes bir oldu ve hayaller için çabalıyordu. Bunlardan 20.000’i askerdi ve 800 Rus komutan Rusya’ya gitmeyip yanlarında kaldı ve 72 Fransız komutanın yardımıyla onlara önderlik etti. Silahları 25 top ve 100 makineli tüfekdi. Rus konsolosu Nikitin, Amerikan konsolosu Washt ve Fransız hastanesi başkanı Gujel siyaset ve rehberlikten sorumluydu” (Kesrevi, 1973, 735-736).

İngiltere ve Rusya’nın Hıristiyanların Bağımsızlığına Dair Vaadi

Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar ve İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyanları kendilerine çekerek Osmanlı ile iç savaşa sürükleyeceklerini, onlara bağımsızlık ve savaşın bitiminden sonra Büyük Ermenistan’ın kurulmasını vaat ettiler. Bu konu bazı basın kuruluşlarında yer aldı ve yaygın bir şekilde bilinir hale geldi.

Yahya Devletabadi, anılarında Ermeni devletinin kuruluş vaadinden söz ediyor ve şöyle yazıyor:

“Genel Savaş’ın (Birinci Dünya Savaşı) başlangıcında Ermeniler, Osmanlı Devleti’nde önemli bir konumdaydı ve sahip oldukları para ve silahlarla, Türklerin düşmanlarının maşası haline gelebiliyorlardı. Özellikle Ermeni liderler ile Rus hükümetleri arasında bir anlaşma olduğu ve İngilizlerin de kapalı kapılar ardında onlara bağımsızlık sözü verdiği, savaştan sonra onlara uzun süredir devam eden hedeflerini gerçekleştirme, yani bağımsızlık verme sözü verilmiştir. Ermeni liderlerinin bazı gazetelerde yayınlanan Ermeni kamuoyuna yönelik resmi propagandalardan da belli oluyordu” (Devletabadi, 1984, 4. Cilt, 18).

Bu vaatler ve teşvikler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanların, özellikle Ermenilerin, Rus ve İngilizlerin yanında savaşmaya itilmelerinde etkili oldu. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu içindeki etnik ve dini gerginlikleri daha da artırdı ve iç savaşa katkıda bulundu. Hıristiyanların askeri oluşumlarına verilen bu destek, Osmanlı’ya karşı savaşmalarını kolaylaştırdı ve bağımsızlık vaatleri onları motive etti.

Marşimon’un Güney Azerbaycan’da Ermenistan Devleti Kurma Çabası

Marşimon’un, yani Nasturi topluluğunun dini-askeri liderinin, İran topraklarında ve Güney Azerbaycan sınırlarında bir Ermeni devleti kurma çabası, dönemin karmaşık siyasi ve askeri ortamının önemli bir parçasıydı. Süryaniler ve Ermeniler, Marşimon’un bu çabalarına destek verdiler ve Ermenistan’ın kurulması, Hıristiyan topluluklarının ortak bir ulusal hayali haline geldi.

Ahmad Kesrevi’nin Azerbaycan’ın Onsekiz Yıllık Tarihi adlı eserinde, bu çabaların ve niyetlerin ayrıntıları defalarca belirtilmiştir (Kesrevi, 1973, 713-725-740-753). Kesrevi’nin yazıları, bazıları tarafından tartışmalı bulunsa da, dönemin Rus liderleri ve Marşimon’un askeri ve siyasi ilişkilerini detaylı bir şekilde ele alan Nikitin’in yazıları, bu çabaların gerçekliğine dair güçlü kanıtlar sunmaktadır. Nikitin, Marşimon’un Tiflis’teki Büyük Dük Nikol ile görüşerek Ermenistan’ın kurulması ve Asur kabilelerinin özgürlüğü hakkında pazarlık yaptığını belirtiyor. Nikitin’in yazılarından şu alıntı da durumu özetliyor:

“Tüm bu süreç, Türklerle (Osmanlılarla) savaşan Nasturilerin, bizim tarafımızdan savaşmaya resmen davet edilmiş ve teşvik edilmiş olduklarını ortaya koyuyor. Marşimon’un Tiflis’e giderek Büyük Dük Nikol ile Asur kabilelerinin özgürlüğü konusunda pazarlık yaptığı ve bunun sonucunda geri döndüğü kesin. Osmanlı Nasturileri ve İran’da yaşayan diğer Hıristiyanlar, savaş sonrası bağımsızlık ve özgürlük umutlarıyla büyük bir bekleyiş içindeydiler” (Nikitin, 1950, 224).

Bu yazılar, Marşimon’un ve diğer Hıristiyan liderlerinin, hem askeri hem de siyasi hedefler doğrultusunda büyük bir strateji içinde olduklarını ve bu stratejinin Rus destekli bir Ermeni devleti kurma amacını taşıdığını ortaya koyuyor. Bu bağlamda, Hıristiyan topluluklarının ulusal uyanış hareketleri ve Rusya’nın bu süreçteki rolü, dönemin karmaşık siyasi ilişkilerini ve dinamiklerini anlamak açısından kritik bir öneme sahiptir.

Nasturilerin ve Cilovların Urmiye Katliamı

Bu dönemde Urmiye, Hoy ve Selmas’taki Müslümanlar, kıtlık ve soğuk hava koşullarıyla mücadele ederken, Hıristiyan gruplar, özellikle Cilovlar, şehirdeki Müslüman nüfusa yönelik saldırılar düzenlediler. Bu saldırılar, 1917 Şubat’ının sonlarından itibaren başladı ve Mart ayında büyük bir yoğunluk kazandı. Kesrevi’nin belirttiğine göre, bu saldırılar sırasında on bine yakın masum insan, kadın ve çocuk hayatını kaybetti (Kesrevi, 1973, 721).

Nikitin’in yazdıkları, bu dönemdeki kaosu ve şiddeti ayrıntılı bir şekilde yansıtıyor. Nikitin, 9 Şubat’ta Urmiye’de Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında şiddetli bir çatışma yaşandığını ve çatışmanın Hıristiyanlar lehine sonuçlandığını belirtir. Süryanilerin öldürme ve yağmalamaları durdurmak için yardım talep ettiğini yazıyor, ancak bu talep üzerine etkili bir yardım sağlanamadığını ekliyor (Nikitin, 1950, 241).

Nikitin’in anılarında, Müslümanların öldürülmesi ve yağmalanmasıyla ilgili ayrıntılar bulunmakla birlikte, bu olayların kapsamı ve sürekliliği hakkında daha fazla bilgi verilmesi gerektiği söylenebilir. Müslümanların yaşadığı trajedi ve Hıristiyan gruplarının şiddeti karşısında, Rusya’nın ve diğer destekçilerin bu olayları ne şekilde gözlemlediği ve müdahale edip etmediği, bu dönemin karmaşık ve acımasız doğasını daha iyi anlamak açısından önemli.

Saldırıların ve yağmaların ardından, şehirdeki Müslümanların silahlarını teslim etmeleri yönünde bir ültimatom verilmiş ve bu ültimatom, çatışmaların müzakere yoluyla sonlandırılması amacıyla bir heyet oluşturulmasını da içeriyordu. Ancak, şehirdeki pek çok kişi silahlarını teslim etmeyi reddetti ve Cilovların vahşeti Urmiye’nin çevresindeki köylere de yayıldı, bu da daha fazla masum insanın ölümüne yol açtı.

Bu olaylar, dönemin siyasi ve askeri karmaşıklığını, farklı grupların ve güçlerin birbiriyle nasıl çatıştığını ve bölgedeki şiddetin geniş çapta etkilerini gözler önüne seriyor.

Marşimon’un Ölümü

Marşimon’un Simitgo tarafından öldürülmesi, dönemin karmaşık siyasi ve askeri dinamiklerini yansıtan önemli bir olaydır. Bu tür olaylar, genellikle birden fazla faktörün birleşiminden kaynaklanır ve çeşitli sebeplerin rol oynayabileceğini gösterir. Marşimon’un öldürülmesinin olası sebepleri şunlardır:

  1. Dini Farklılıklar ve Geçmişteki Düşmanlıklar:

Müslüman Kürtler ve Nasturiler arasındaki dini ve etnik farklılıklar, bu iki grup arasındaki uzun süredir devam eden düşmanlıkları yansıtabilir. Bu düşmanlıklar, işbirliği veya ittifaklara rağmen bölgesel çatışmaları tetikleyebilir.

  1. Osmanlı’nın Cihat Etkisi:

Osmanlı hükümetinin, savaş sırasında çeşitli bölgelerdeki Müslüman toplulukları cihada teşvik ettiği ve bu çerçevede yerel güçlerle işbirliği yaptığı biliniyor. Bu bağlamda, Osmanlı’nın, Nasturilerin etkisini azaltmak ve bölgedeki Müslüman etkisini artırmak amacıyla Simitgo’ya Marşimon’u ortadan kaldırma emri vermiş olması muhtemel bir senaryo olabilir.

  1. Güçlü Rakiplerin Ortadan Kaldırılması:

Marşimon, Nasturilerin ve Cilovların önemli bir askeri lideriydi. Onun ortadan kaldırılması, bölgedeki askeri ve siyasi dengeleri değiştirebilir ve Simitgo’nun bölgesel güç mücadelesinde avantaj elde etmesini sağlayabilirdi. Bu durumda, Simitgo’nun Marşimon’u hedef alması, bölgedeki güç dengelerini kendi lehine çevirmek amacıyla yapılmış olabilir.

 Marşimon’un İntikamı ve Urmiye’de Katliam

Marşimon’un öldürülmesi ve ardından yaşanan olaylar, dönemin karmaşık siyasi ve askeri atmosferinin ne denli şiddetli ve acımasız olduğunu gösteriyor. 20 Mart 1918’de Urmiye’de yaşanan katliam, bu dönemde yaşanan şiddet ve kargaşanın somut bir örneğini sunuyor. 1911 yılında Urmiye şehrinde doğan, Urmiye halkının katledildiği sırada 7 yaşında olan Ali Dehgan’ın anıları, bu olayın korkunç boyutlarını ve sivil halk üzerindeki etkilerini açıkça ortaya koyuyor:

İsmail Ağa Simitgou, birlikte hükümet kurmak ve Süryanilerin bir araya gelmesini sağlamak için onların lideri Marşimon’u hileyle Çihriq köyünde öldürdü. Simitgo’ya ulaşamadıkları için Hıristiyanlar, onun yaptıklarına misilleme olarak 24 saat süreyle katliam ilanı yayınladı. Böylece 20 Mart 1918 Çarşamba gecesi Urmiye’de tarifsiz bir dehşet yaşandı. Katliam yarın sabah başlayacağı için o gece kimse uyumadı. Kana susamış Jilov’lar adı verilen Süryani boylarından biri, o gece şehre akın ederek, yarın insanları öldürüp evlerini yağmalayacakları için sevinç duydu. Sabah erkenden annem, ikisi benden büyük, biri küçük olan dört çocuğunu ve o sırada yedi yaşında olan beni de yanına alarak evin çatısına çıkardı. Jilov’ların evlere girdiklerinden, evlerin arka tarafları çocuk ve kadınlarla doluydu. Akşama kadar çatıda aç ve susuz kaldık. Akşam katliamın bittiğini söylediler. Eve geldik ama evdeki her şey çalınmıştı. Işıkları bile kırdılar. Evin manzarası korkunçtu. Bu sırada evin kapısını çaldılar. Annem, Jilov’lar gelirse önce kendisini, sonra çocuklarını öldürsünler diye dört çocuğunu fırına kapatıp kendisi de fırına girdi ve evin hizmetçisine, fırının kapısını kapatmasını söyledi. Bu olay o kadar korkunçtu ki, üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hala onu anlatamıyorum. (Dehgani, 1999, 240-241)

Marşimon’un ölümünden sonra Hıristiyanlar Petros adlı lider seçtiler ve o da askeri operasyonlara devam ederek, öldürme ve yağmalama yaparak Urmiye, Selmas ve Hoy’un önemli bir bölümünü ele geçirmeyi başardı. Bu saldırılarda kadınları, çocukları, gençleri ve hatta şehirlerin alimlerini bile öldürmekten çekinmediler.

Bu olayların ardından bölgedeki sosyal ve siyasi yapının ciddi şekilde etkilendiği ve uzun süreli travmalar bıraktığı açıktır. Hıristiyanların ve Müslümanların birbirlerine karşı duyduğu öfke ve düşmanlık, bu tür şiddet olaylarının arkasındaki temel dinamiklerden biridir.

 Petros’un Simitgo’yu Öldürmek İçin Çehrik Köyüne Saldırısı ve Askerabat Köyü Olayı

Askarabat ve çevresindeki köylerde yaşananlar, 20 Mart 1917’de başlayan katliamların ve şiddetin ne denli yaygın ve derin etkiler bıraktığını gösteriyor. Bu dönem, bölgedeki etnik ve dini çatışmaların tırmandığı, sivil halkın hedef alındığı ve büyük trajedilerin yaşandığı bir dönem olarak öne çıkıyor.

O dönemde yaşananlarla ilgili olarak birkaç önemli noktayı özetlemek gerekirse:

  1. Çehrik ve Simitgo’nun Kaçışı:

Ermeni kuvvetlerinin Çehrik köyüne saldırması ve Simitgo’nun bu nedenle kaçması, bölgedeki askeri dinamiklerin ne denli karmaşık olduğunu ortaya koyuyor. Simitgo’nun Ermeni ordusunun üstünlüğü karşısında Çehrik’ten ayrılması, bu bölgedeki güç dengesizliğini ve çatışmaların şiddetini gösteriyor.

  1. Askarabat ve Çevresindeki Saldırılar:

Askarabat köyü ve çevresindeki köyler, Hıristiyan ve Süryani güçler tarafından hedef alındı. Bu köyler, şiddetli saldırılar ve kuşatmalara maruz kaldı. Askarabat köyü özellikle şiddetli çatışmalar ve büyük bir katliam yaşadı. Köyün kuşatılması ve ardından Ermeni güçlerinin köye girmesi, büyük bir sivil kıyımıyla sonuçlandı.

  1. Sivil Katliamlar ve Toplu Mezarlar:

Köylerde ve Askarabat’ta yaşanan katliamlar, kadın, çocuk, yaşlı demeden herkesi hedef aldı. Bu tür katliamlar, bölgedeki sivil halkın ne denli büyük bir tehlike altında olduğunu ve yaşanan şiddetin boyutlarını gözler önüne seriyor. Askarabat’ın uzun süre harabe halinde kalması ve cesetlerin birikmesi, bu trajedinin ne kadar geniş çaplı ve kalıcı etkiler bıraktığını gösteriyor.

  1. Yerli Halkın Direnişi ve Katliamın Sonuçları:

Köylerin direnişi, özellikle Askarabat’ta, Ermeni ve Hıristiyan güçlerin büyük bir zorlukla karşılaştığını ortaya koyuyor. Ancak, bu direnişlerin sonuçları acı oldu ve köyler büyük kayıplar yaşadı.

Bu dönemde yaşananlar, bölgedeki etnik ve dini çatışmaların ne denli yıkıcı olduğunu ve sivil halk üzerindeki etkilerini açıkça gösteriyor. Aynı zamanda, bu tür olayların tarihsel kayıtlar ve kişisel anılar aracılığıyla belgelenmesi, geçmişin anlaşılması ve gelecekte benzer trajedilerin önlenmesi açısından önem taşıyor.

Ermeni Andranik’in Hoy’a Saldırması

Andranik, savaş sırasında Ermenilerden gönüllü bir birlik oluşturan ve Osmanlılara karşı Rusların yanında savaşan Kafkas Ermenilerinden biriydi. Çarlık Rusya’sının yıkılmasının ardından 28 Mayıs 1918’de Erivan’da Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu. Artık Andranik, 5000 kişilik deneyimli ve iyi donanımlı bir kuvvetle Hoy’u fethetmeye ve Osmanlılara karşı güçlerinin arkasında üs kurmaya kararlıydı. (Riyahi, 1993, 507)

Ancak Urmiye ve Selmas olaylarını öğrenen Hoy’lular, şehri savundular ve birkaç gün sonra yardımlarına gelen Osmanlı kuvvetlerinin büyük yardımıyla Ermeni işgalcilerini mağlup ettiler.

Bu yenilgi Ermenilerin Büyük Ermenistan’ın oluşumuna dair umutlarını yerle bir etmiş, geri kalan birlikleri de birçok zorluklara göğüs gererek Erivan’a ulaşmışlar. (Ağasi, 1970, 422) Hoy’daki bu olaylar, bölgenin askeri tarihinde ve Ermeniler ile Osmanlılar arasındaki çatışmalarda önemli bir dönüm noktasıdır. Osmanlı kuvvetlerinin ve yerel halkın cesareti, bölgenin savunmasında kritik bir rol oynamıştır.

İngilizlerin Urmiye’de Hıristiyanları Desteklemesi

1918 yazında Güney Azerbaycan’daki çatışmalar, bölgenin askeri ve siyasi kaderi açısından oldukça kritik bir dönemeçti. İngilizlerin ve Osmanlıların bölgedeki hareketleri, Ermeniler ve Hıristiyan topluluklar açısından büyük bir değişim ve belirsizlik yarattı.

İngiliz kuvvetleri Zencan ve Miyana’ya ulaşıp Urmiye’ye doğru ilerlemeye çalışırken, Osmanlı ordusu Azerbaycan’dan çekildikten sonra yeniden düzenlenip Urmiye’ye doğru hareket etti. Osmanlıların yeniden saldırıya geçmeleri, bölgede önemli bir değişikliğe neden oldu.

Rusya’daki komünist devrim ve Rus askerlerinin geri dönmesi, Osmanlılar için bir fırsat sundu. Temmuz 1918’de Osmanlı ordusunun Culfa üzerinden Tebriz’e girmesi, bölgedeki Hıristiyan güçler için talihsiz bir durum yarattı. Rus desteklerinin kaybı ve İngilizlerin ilerleyememesi, Hıristiyan kuvvetlerini Osmanlı karşısında yalnız bıraktı.

Petros, Selmas şehrinde Osmanlı ordusuyla askeri kuvvetler ve toplarla savaştı ve mağlup oldu. Mağluplar Urmiye’ye vardıklarında Müslümanların öldürülmesi yeniden başladı ve çaresiz ve masum insanlara karşı kin duydular. Jilov’lar ve Hıristiyan ordusu, Osmanlı ordusunun topçu ateşi karşısında dağıldılar. 16 Temmuz 1918’de İngiliz kuvvetlerinin komutanı General Dunsterville, Urmiye şehri üzerine bir uçak gönderip notalar bırakarak, Hıristiyanlardan önümüzdeki birkaç gün içinde Savucbulağ (Mahabad)’a doğru hareket etmelerini ve Osmanlı ordusunun zayıf bir kısmına saldırmalarını istedi. Böylece İngiliz kuvvetlerine ulaşıp, onlar tarafından askeri olarak desteklenip güçlendirilebilsinler. (Sykes, 1986, 692)

İngiliz General Dunsterville, Hıristiyan kuvvetlerini Savucbulağ’a doğru hareket etmeye ve Osmanlı ordusunun zayıf kısımlarına saldırmaya teşvik etti. Bu hareketle, İngiliz kuvvetlerinin askeri destek sağlayarak Hıristiyan güçleri güçlendirmeyi planlıyordu. Ancak olayların hızlı akışı bu fırsatı engelledi.

Eğer Hıristiyan kuvvetleri İngiliz desteğiyle Güney Azerbaycan’da güçlendirilseydi ve Osmanlı İmparatorluğu parçalanarak küçük devletlere bölünseydi, bu durum Ermenistan’ın Güney Azerbaycan topraklarında sert bir politika uygulayan bir ülke olarak kurulmasına yol açabilirdi.

Bu olaylar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki askeri ve siyasi stratejilerinin yanı sıra, bölgedeki etnik ve dini çatışmaların da ne kadar karmaşık ve etkileyici olabileceğini gösteriyor.

 Osmanlıların İlerleyişi ve Cilovların Ağır Yenilgisi

1918’deki gelişmeler, Güney Azerbaycan’daki etnik ve dini çatışmaların ne kadar karmaşık ve trajik olduğunu gösteriyor. Özellikle Urmiye ve çevresindeki olaylar, bölgenin siyasi ve sosyal yapısını derinden etkilemiştir.

Osmanlı ordusunun Urmiye’ye doğru ilerlemesi, Hıristiyanlar ve Cilovların büyük bir paniğe kapılmasına neden oldu. 8 Ağustos’ta aileleri ve eşyalarıyla birlikte Urmiye’yi terk ettiler.

Sonunda Sainkala’daki Hıristiyan ve Cilov mültecilerden 50.000’i İngiliz kuvvetlerine teslim oldu ve onlar tarafından Bağdat’a nakledildi. Savaşın bitiminden bir süre sonra İngiltere’nin desteği ve İran hükümetinden af ​​çıkarılması ve bundan sonra yabancı Nasturilerin ve Yahudilerin siyasi ve sosyal hayattan uzaklaştırılmasıyla Hıristiyan aileler Urmiye’ye geri döndü. Böylece 130.000 civarında Müslümanın öldürülmesi ve birçok şehir ve köyün yağmalanmasıyla, İran (Güney Azerbaycan)’da Büyük Ermenistan kurma yönündeki tehlikeli komplo bertaraf edilmiş oldu. (Kesrevi, 1973, 763)

Bu olaylar, bölgenin tarihindeki önemli dönemeçlerden birini oluşturuyor ve hem askeri hem de sosyal açıdan geniş etkiler yaratmıştır. Bu karmaşık ve trajik olayların anlaşılması, bölgenin tarihini ve etnik-dini ilişkilerini daha iyi kavramak için büyük önem taşıyor.

 Kafkasya’da Ermenistan Oluşturma Çabaları

Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, özellikle savaşın galip güçleri arasında Büyük Ermenistan’ı kurma hedefini sürdürdüler. Ancak, bu hedefin gerçekleştirilmesi, bölgedeki etnik ve dini dengeleri daha da karmaşık hale getirecek ve yeni çatışmalara yol açabilecek bir risk taşıyordu.

Ermeniler, zaferin ardından Erivan vilayetini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun altı vilayetini (Sivas, Erzurum, Harput, Diyarbakır, Bitlis ve Van) kapsayan geniş bir Büyük Ermenistan kurmayı hedeflediler. Bu geniş bölge, Ermenilerin hayalî bir toprak parçası olarak görülüyordu.

Büyük Ermenistan hayali, bölgedeki Müslüman ve diğer Hıristiyan topluluklar arasında yeni çatışmalara yol açma riski taşıyordu. Bu korku, Ermenistan’ın kurucu güçleri ve uluslararası müttefikler arasında endişe yarattı.

Birinci Dünya Savaşı’nın galip güçleri, bu endişeleri dikkate alarak Ermenilerin taleplerini sınırlamayı tercih ettiler. Bu doğrultuda, Erivan vilayetini ve Aras Nehri çevresindeki sınırlı bir bölgeyi kapsayan bir Ermenistan kurmayı uygun gördüler. Bu yaklaşım, şimdilik bölgede daha az karmaşaya ve çatışmaya yol açmayı amaçlıyordu.

Savaşın galipleri, bu yeni sınırların Ermenistan’ın hem siyasi hem de etnik dengelerini korumak için bir denge sağlayacağını düşündüler. Ancak, bu düzenleme de bölgedeki tüm sorunları çözmekte yetersiz kaldı ve çeşitli etnik ve dini gruplar arasında gerilimler devam etti.

Ermeniler ve diğer bölgesel gruplar arasındaki bu karmaşık ilişkiler, savaş sonrası dönemde de çeşitli diplomatik ve askeri meselelerin temelini oluşturdu. Ermenistan’ın kurulması ve bölgedeki diğer gruplarla ilişkiler, 20. yüzyılın başındaki bu dönemdeki dinamiklerin bir parçası olarak tarihe geçti.

 Nasturilerin İran’da Yeniden Ermenistan Kurma Çabası

İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nin İran’ın kuzey bölgelerini işgali, özellikle Güney Azerbaycan’da önemli siyasi ve etnik gelişmelere yol açtı. Sovyetlerin bu bölgelerdeki etkisi, özellikle Hıristiyan topluluklar arasında belirgin oldu.

Sovyetler Birliği’nin işgali sırasında, Sovyetler Süryani Hıristiyan azınlığı destekleyerek onlara özerk bir bölge oluşturma fırsatı sundu. Bu destek, Sovyetlerin bölgedeki etnik ve dini gruplar üzerinde etkisini artırma stratejisinin bir parçasıydı. Sovyetlerin teşvik ettiği Süryaniler, yaklaşık 15.000 kişilik bir grup oluşturarak Urmiye ve çevresinde özerk bir bölge kurma hareketine giriştiler. Bu topluluk, Aşur İmparatorluğu’nun tarihsel büyüklüğünü yeniden tesis etme arzusu taşıyordu. Bu istek, hem Hıristiyan kimliğini koruma hem de tarihsel mirası canlandırma yönündeydi.

Süryaniler, “Kurtuluş Komitesi” adında bir yapı kurarak, İran’ın merkezi hükümetine karşı isyan başlattılar. Bu komite, merkezi hükümet yetkililerini tehdit ederek görevlerini bırakmalarını ve Urmiye’yi terk etmelerini sağladı. Böylece şehir ve çevresindeki yönetim bozuldu ve Süryaniler, şehrin kontrolünü ele geçirmeye çalıştılar. Süryanilerin iddiaları doğrultusunda şehirdeki yönetimin onların kontrolüne geçmesi, bölgedeki siyasi ve sosyal durumu karmaşık hale getirdi. Bu süreçte, Sovyetlerin desteği ve Süryanilerin özerklik talepleri, bölgedeki diğer gruplarla olan ilişkilerde gerilime neden oldu.

Bu dönemdeki gelişmeler, Sovyetlerin bölgesel stratejilerinin ve etnik gruplar üzerindeki etkisinin bir örneğidir. Süryanilerin özerklik talepleri ve isyanları, hem bölgesel hem de ulusal düzeyde önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu olaylar, İkinci Dünya Savaşı’nın bölgesel etkileri ve Sovyetlerin etnik gruplar üzerindeki politikalarının bir yansıması olarak tarihteki yerini almıştır.

 Ermenistan Cumhuriyeti ve Pan-Ermenicilik

Ermenistan Cumhuriyeti, Güney Kafkasya’da yer alan ve başkenti Erivan olan bir devlettir. Ermenistan’ın batısında Türkiye, kuzeyinde Gürcistan, doğusunda Azerbaycan Cumhuriyeti ve güneyinde İran ile Azerbaycan’ın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti bulunmaktadır. Ermenistan Ulusal Tarih Müzesi’nde hâlâ sergilenen Büyük Ermenistan haritası, bu bölgenin beş eyaletten oluştuğunu iddia etmektedir. Bu eyaletler şunlardır: günümüz Ermenistan’ı, İran’ın Batı Azerbaycan vilayeti ve Türkiye’nin Van, Erzurum ve çevresindeki vilayetleri. Ancak, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ikinci Karabağ Savaşı’nın sonuçları, işgal altındaki bölgelerin kurtarılması ve sözde Artsakh yönetiminin çöküşü, Ermeni politikacıları ve halkını “Büyük Ermenistan” idealinden tamamen vazgeçmeye zorlamıştır.

  

Kaynaklar

 AĞASİ, Mehdi (1970). Hoy Tarihi. İran Tarih ve Kültür Enstitüsü Yay., Tebriz.

CURZON, Lord (1990). İran ve İran Meselesi. Çev. Gholomali Vahid Mazandarani, İlmi ve Ferhengi Yay., Tahran.

DEHGANİ, Ali (1999). “Ali Dehgani İle Söyleşi”. Çağdaş İran Tarihi Dergisi, No: 11, Tahran.

DEVLETABADİ, Yahya (1983). Yahya’nın Hayatı. Firdevsi Yay., Tahran.

KESREVİ, Ahmed (1973). Azerbaycan’ın On Sekiz Yıllık Tarihi. Emir Kebir Yay., Tahran.

NIKITIN, B. (1950). Tanıdığım İran. Çev. Fereveşi, Marifet Yay., Tahran.

RIYAHİ, MUhammed Emin (1993). Hoy Tarihi. Tus Yay., Tahran.

SENN, Christine (1990). Sasani Döneminde İran. Çev. Reşid Yasemi, Emir Kebir Yay., Tahran.

SYKES, Sir Percy (1986). İran Tarihi. Çev. MUhammed Taki Fakhr Dai Gilani, Dünya-yi Kitab Yay., Tahran.

ZEVKi, İrec (1989). İkinci Dünya Savaşında İran ve Büyük Güçler. Pajeng Yay., Tahran.

 

Dr. Hamid ŞEHANAGİ

TEBAREN Uzmanı

 

  • Makale, Varlıq Dergisi, İkinci Dönem, Sayı: 30(4)’ten aktarılmıştır.

İlginizi Çekebilir

İran’ın Yeni Mezhepsel Provokasyonunun Başarısızlığı – Dr. M. Rıza HEYET

Bir Provokasyonun Analizi Geçtiğimiz hafta İran’ın Erdebil kentinde düzenlenen “Çaldıran Şehitleri, Direniş Ekseni Şehitleri” adlı